Blog

"GÜL'E GÜL'E AKP"

7 Haziran'da gerçekleşecek ve Türkiye'nin kaderini için son derece tarihi öneme sahip seçimlerin hemen öncesinde AKP'de kan kaybı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın meydan meydan gezerek,konumunun hukuki statüsünü hiçe sayarak AKP'ye oy istemesine rağmen durdurulamıyor.

Bunun farkında olan Erdoğan çok öfkeli, giderek agresifleşiyor ve kontrolü kaybediyor.Çünkü aslında herkes biliyor ki bu seçimde bir yandan da Erdoğan ve kaderi oylanacak.

Erdoğan'ın öfkesi de tedirginliği de bu yüzden...

Edoğan'ın altındaki zemin hızla kayıyor.Bundan sonraki süreç kendi partisi tarafından da yalnızlaştırılma süreci olacak...

Yaşanan bunca olayın ardından Gül'ün tavrı merak konusu... 

Şimdi yazacaklarım kulis bilgileri ile harmanlanmış  bir analiz yazısı olacaktır bu gözle okuyunuz.Bilgi kaynaklarıma da oldukça güveniyorum...

GÜL "DÖNÜŞ" YOLUNDA...

Gül mutlaka siyaset arenasında olacak sadece doğru zamanı bekliyor...Gül çok akıllıca hareket ediyor.Bu saatten sonra adı yolsuzluk,hırsızlık ve hatta vatana ihanet ile özdeşleşen AKP ile yola devam etmeyecek.

Seçimlerden sonra koalisyon çıkması halinde AKP'de ciddi bir çözülme başlayacak.

Gül işte tam bu noktada ortaya çıkacak...Gül herşeye rağmen AKP sonrası dönem için MHP'nin halen merke sağı tam olarak toparlayamayacağının farkında...Gül çözülme ve çökme sürecinin başlaması ile birlikte, ön plana yıpranmamış yeni isimlerin çıktığı bir parti kuracak.

Bu parti silbaştan da kurulabilir,bir tabela partisi alınıp ismi logosu da değiştirilebilir...

Bu konuda kesin karar verilmedi ancak ağırlıklı görüş silbaştan bir parti kurulması yönünde. 

Ancak bir partiye katılınacaksa 2 parti öne çıkıyor:Merkez Parti ve Demokrat Parti...

Partinin il ilçe başkanlarına kadar planlaması yapıldı,hazır...Teşkilatlar da böyle bir işaret bekliyor...Yeni parti kurulur kurulmaz AKP il ve ilçe teşkilatlarından ciddi geçişler yaşanacak.

HER ŞEY DÜŞÜNÜLDÜ,BAĞLANTILAR KURULDU

İşin finansman boyutunu ise Erdoğan ve okigarklarının baskı ve haraç düzeninden bunalan,Yeni Türkiye'de dışlanan ve "yok edilmekle tehdit edilen" büyük şirketler halledecek. Koç ve Sabancı ailesi büyük destek verecek.TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da Gül'ün sıklıkla ziyaretine giden bir diğer isim... Hisarcıklıoğlu sermaye çevreleri ile Gül arasında köprü vazifesi üstlenecek, sermaye çevrelerini Gül ismi üzerinde uzlaştıracak...

Tabii Türkiye'de siyasal iktidarın yolu dış destekten geçmekte maalesef ve bu gerçeği bilen Gül ve ekibi bu konuda da ciddi mesafe kaydetmiş durumdalar.

Diyebiliriz ki "Dış destek de hazır".Batı dünyası ve ABD için Edoğan artık güvenilir bir müttefik olmaktan çok uzak...Batı ve ABD Erdoğan'ı 70'lerde Ortadoğu'da fırtınalar estiren Mısır'ın darbeci lideri Cemal Nasır'ı gibi görüyor...Ama Nasır'ın arkasında tüm Arap dünyası ve SSCB vardı.Arap dünyasının tartışmasız lideri konumundaydı.

Edoğan herkesle kavgalı ve destek aldığı tek ülke Dünya'nın dışladığı İran...

Oysa Batı dünyası ve ABD, Gül'ü çok daha uzlaşmacı,entellektüel ve Batı ile daha uyumlu çalışabilecek bir isim olarak görüyor.Özellikle İngiltere Gül'ü ciddi anlamda destekliyor...

Bunun bir nedeni de ekonomik.Gül'ün sağ kolu Ali Babacan olacak...Babacan siyaseti bıarakacağını söylese de Gül'ün kuracağı partide yanında olacak ilk isim o olacak.Zaten dünya finans devlerinin istekleri ve en önemli destek şartlarından birisi de bu.Çünkü Babacan, Batı dünyası için Türkiye finansal piyasaları adına adeta "Garanti" anlamı ifade ediyor...

"YENİ" İMAJ,"YENİ" KADRO...

Gül ilk etapta birlikte harrket edeceği Bülent Arınç,Beşir Atalay gibi isimleri vitrinden uzak tutacak.Bu isimler ilk etapta partiye resmen üye bile olmayabilirler.Ancak her daim Gül'ün arkasında olacaklar.Bir nevi "Gölge yönetim kadrosu" oluşacak.

Bu tamamen bir imaj çalışması."Yeni parti yeni kadro yeni anlayış"imajı oluşturulacak.Bu noktada yabancı bir imaj firması ile çalışılması da gündeme gelebilir.

Hedef AKP sonrası ortaya çıkacak yaklaşık %40'lık merkez sağ oya,Gül'ün birleştirici imajı ile %5 serpme oy ekleyip %45 ile tek başına iktdar olabilmek...

MEDYA İŞARET BEKLİYOR...

Medya da Gül'e ciddi destek verecek...

Cemaat'e yakın medya organları ve Doğan Medya Grubu açık destek verecek ,rüzgar estirilecek.Bu iki medya grubu da AKP ve Erdoğan yönetimi biraz olsun toparlanırsa yahut güçlenerek yola devam ederse kendilerine yaşam hakkı tanımayacağını çok iyi biliyor.Bu nedenle bu gruplar da artık kartlarını açık oynuyor...

Erdoğan sonrası iktidar için en güçlü alternatif olması muhtemel bir Gül'e şimdiden destek vererek, hem başlarında demoklesin kılıcı gibi sallanan Erdoğan ve oligarşik yapılanmadan kurtulmanın hem de "Gül'ün trenine" en önce binmenin verdiği avantajlarla kaybettikleri mevzileri kazanmanın yani bir taşla iki kuş vurmanın hesabındalar.

Gül şu an "Bölen adam" durumuna düşmemek ve seçim yenilgisinin kendisine fatura edilmesnin önüne geçmek için bekliyor.

AKP çözülür,herkes dağılırken ortaya "Şaibesiz kurtarıcı" olarak çıkacak...

SATRANÇ USTASI GÜL...

Geçtiğimiz hafta içerisinde konuştuğum,Ankara siyaset camiasının yakından tanıdığı,AKP'nin ilk döneminde milletvekilliği yapmış ve Milli Görüş ekolünden gelen çok değerli bir eski milletvekili "Sayın Erdoğan iyi bir tavla oyuncusudur ve stratejisi açığınızı bulduğu anda sizi "kırmak" üzerine kuruludur.Agresiftir,risk alır...Ama Sayın Gül çok iyi bir satranç oyuncusudur.Şansa yer bırakmadan her hamleyi düşünür,riske girmez,strateji geliştirir.Sonunda şah-mat dediğinde siz bile kendisine saygı duyarsınız" şeklinde konuştu...

Kendisine sonuna kadar katılıyorum...

Ve son söz...Pasiflikle itham edilen Gül,Erdoğan'dan kat kat daha fazla "stratejik zekaya" sahip...Bu son sözümüzü de "isteyen istediği gibi anlayıp yorumlasın"

 

Devamını oku

"CEMAAT"LE KAVGA EDEN "HOCA" YENİLMEYE MAHKUMDUR...

 

 

                                                

Celal Eren ÇELİK

Cemaat ile uzaktan yakından alakam yoktur haz da etmem...Ancak şunları mutlak surette yazmam gerekiyor...

Erdoğan ve yandaşlarının Cemaat ile mücadele ederken gözden kaçırdıkları çok önemli noktalar var.

Birincisi önemli güç odakları arasında gerçekleşen iktidar mücadeleleri ve çatışmalar mutlak surette uzun vadeli olur.

Bu bağlamda bakılacak olursa AKP ideolojiden yoksun,asli davası olmayan bir "rantiyeciler koalisyonu"dur...Cemaatse çok sayıda kalifiye elemana sahip ve daha da önemlisi bu kalifiye elemanlarının%90'ı genç nesil içerisinde yer alan bir oluşumdur.

İkincisi bu tip uzun vadeli savaşlarda taktik değil strateji önemlidir.

Bu bağlamda AKP, Cemaat ile giriştiği bu mücadelede kendisinden doğal olarak desteğini çeken Cemaat'in kalifiye eleman kadrolarının eksikliğini dolduracak durumda değildir. 

AKP'de Cemaat'in kalifiye kadrolarının ayrılması sonrasında çok ciddi bir strateji belirleyici "üst akıl" eksikliği ortaya çıkmıştır.

AKP artık uzun vadeli strateji belirleme yetisinden mahrumdur. 

Üçüncüsü AKP devlet imkanlarını kullanırken finansal açıdan kolaylıkla ezemeyeceği bir yapı ile karşı karşıyadır. Cemaat finansal olarak halen küçük/orta ölçekli bir devletin bütçesine eş değer bir paraya küresel ölçekte hükmetmektedir.

AKP yıllarca "mağdur" rolü üzerinden prim yapmışken,şu anda bu rolden yararlanma fırsatını uygulamaları ile Cemaat'e altın tepsi ile sunmaktadır.

Bu da halk desteğini Cemaat'in arkasına toplarken AKP'nin her olumsuzluğu-kedi iç hesaplaşmalarını bile-"Paralel" adı altında,Cemaat'e fatura etmesi inandırıcılığını günden güne yitirmesine neden olmaktadır...

AKP şu olguyu da kibri ve "yenilmezlik" aymazlığı ile iyi analiz edememiştir...

AKP siyasal bir oluşumdur ve bir noktadan sonra yıpranarak düşüşe geçmesi, tabanının erimesi kaçınılmaz sondur.

Nitekim AKP zirve yaptığı dönemleri geride bırakmış, artık düşüşe geçmiştir...

AKP seçmeninden-Tabanı demiyorum çünkü AKP'nin hiç bir zaman kemik bir tabanı olmamıştır- kaymalar başlamıştır.Ancak yaşanan onca şeye ve AKP'nin tüm darbelerine rağmen Cemaat'ten dikkate değer bir kopuş yaşanmamış,tam aksine Cemaat saflarını sıklaştırmıştır.

Çok ilgi çekici bir nokta olarak daha belirtmekte fayda vardır:

Bugün AKP'nin liyakatsiz ve beceriksiz ellerinde hergün bir rezalete imza atan dış politika alanında,Cemaat uluslararası camiada AKP'den çok daha prestijli ve etkili konumdadır.

Bunun son örneği olarak,AKP'nin Türk okullarının kapatılmasını istediği yabancı ülkelerin Cemaat'e destek çıkarak AKP'ye verdikleri tepkiler olmuştur.

AKP'nin bir diğer hatası ise 17/25 aralık süreci sonrasındaki yerel seçim sonuçları üzerinden Cemaat'in siyasal gücünü analiz etmesidir.

AKP yaptığı yanlış analizden "Böylesi bir süreçte, tüm gücü ile üzerimize yüklenen Cemaat'in çok çok az bir siyasal etkisi varmış" şeklinde çok yanlış bir sonuç çıkarmıştır. Oysa ki ,yerel seçimlerde seçmenler "adaya" göre oy kullanırlar.Bu nedenle pek çok Cemaat üyesi yerel seçimlerde sırf adaylardan dolayı Cemaatçi olmayan hatta AKP'li adaylara oy vermiştir.Oysa genel seçimlerin atmosferi farklıdır. Ve Cemaat'in asli siyasal etki alanı 7 Haziran seçimlerinde belli olacaktır...

Son olarak AKP "ÜST AKILDAN" NE DENLİ YOKSUN KALDIĞINI VE OLAYLARI HİÇ OKUYAMADIĞINI BANK ASYA'YA el koyarak göstermiştir.

AKP,Cemaat'in "Gönüllülük ve davaya bağlılık" değerlerini kavrayamadığı için böyle saçma bir hamle yapmıştır.

Oysa ki el konulan bankadaki paralar devlet garantisindedir.Yarın bu paraları devletten tahsil edecek mudiler tek bir hareket ile Cemaatin yeni kuracağı daha güçlü bir banka kuracaklardır.Cemaat yeni bir finans kuruluşunu hayata geçirmek için gerekli finanasmana,yetişmiş insan gücüne ve organizsayon yeteneğine sahiptir.

AKP, Cemaat konusundaki yanlışlarında Cemaat ile düştüğü yol ayrılığının kendisine çok pahalıya mal olacağını görememektedir.

O nedenle Bank Asya operasyonu gibi gayri hukuki işlemler ile sadece bir "cephe" kazanmış olacaktır.

Ve süreç böyle devam ederse AKP "CEPHE" KAZANMIŞ OLSA DA "SAVAŞI" KAYBETMEYE MAHKUMDUR.

Üstte yazdıklarımızdan da görüleceği üzere bu büyük kavganın galibi tarafımızca malumdur.Temennimiz "Mağlup" ve "Kaybeden" tarafın...

Bizler gibi bu kavganın tarafı olmayan her aklı başında vatan evladının istediği tek şey ise bu kavanın "Kaybedeninin/"Mağlubunun" Türkiye olmamasıdır...

 

 

 

 

 

Devamını oku

ERDOĞAN NEYE OYNUYOR?

 

ERDOĞAN'IN YENİ HAMLESİ NE?Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Köşk'e çıktıktan sonra AKP'yi ve tabii bunun doğal sonucu olarak hükümeti yönetmek isteyeceği bir sır değildi ve nitekim beklenen oldu...

Beklenen bu açıdan oldu olmasına ancak asıl beklenmeyen nokta Erdoğan'ın "siyaseten var ettiği " ve "güvenilir emanetçi" olarak kendisine en ufak sorun çıkarmayacağından emin olarak Köşk'e çıkarken yerine bıraktığı Ahmet Davuoğlu'nun bir süre sora deyim yerindeyse "Bağımsızlığını ilan etmek istemesi" oldu...

Davutoğlunun tek bir hamle şansı vardı...

Ya bu hamlesinde başarılı olarak  gerçekten Erdoğan'dan "bğımsızlığını ilan edecekti" yahut partide bundan sonra daha eski ve "daha ağır abi" konumunda olan isimlerle Erdoğan karşısında mecburi bir ittifaka ve "stratejik müttefikliğe" gidecek ve bu yeni ekibin çok önemli ama "2.adam" pozisyonundaki ismi olacaktı...

Bu noktada Davutoğlu parti içerisindek özellikle yolsuzluk ve yandaşlıklardan doğan rahatsılıkları dillendirirken,partinin küskün "ağır abileri" ile de yakın ilişkiler kurarark Erdoğan'a karşı yeni bir ittifak cephesinin temellerini atmaya çalıştı.

İşte Hakan Fidan'ın adaylığı tam da bu "Büyük ittifak cephesi projesi" için atılan belki de en önemli adımdı çünkü Fidan, Erdoğan'ın yanından kopartılır ve Davutoğlu'nun ittifakı içerisine dahil edilebilirse Erdoğan önce Davutoğlu'nu ardından da Fidan gibi iki çok güvendiği ismi kaybetmiş, Gül,Arınç,Atalay gibi isimlerle ilişkilerini en asgari seviyeye indirmiş ve hatta bazıları ile arasında onarılmaz yaralar açmış,partisinin başında olmadığı için parti içerisindeki otoritesi eskiye nazaran zayıflamış kısacası "Danışmanları ile zayıflatılmış ve yanlızlaştırılmış" bir siyasi figür haline getirilecekti.

Böytlece Erdoğan'ın "Tek adam" olma yolundaki totaliter eğilimlerinin de önüne geçileceği ve bir denge unsurunun da sağlanabileceği planlanmıştı.

Ancak Erdoğan belki de son gücünü harcayarak iktidarda olduğu 13 yıl boyunca "kendisine rağmen" bir adım atmaya cesaret eden ve bu adımdan uzunca bir süre geri dönmeyen tek kişi olan Hakan Fidan'ı bir şekli ile milletvekili olmaktan vazgeçirdi.

Kamuoyunda çokça eleştirilen Fidan'ın yeniden MİTin başına "Jet Hızı İle" atanması hadisesi ise Davutoğlu ekibinin, Erdoğan'ın baskısı ile dosyasını geri çeken Fidan'ın tamamen ıskartaya çıkartılarak tasfiye edilmesinin önüne geçmek için yaptığı bir hamleydi.

Karakteristik yapısı itibariyle ihanete tahammülü olmayan ve açıklamalarında Fidan'ın hareketi için "Kırgınım,müsaadem yoktu" şeklinde konuşan Erdoğan, bu tavrı kendi kişisel otoritesine bir başkaldırı ve ihanet olarak algılayacak ve artık Hakan Fidan'a hiç bir şekilde güvenmeyecektir.

Hakan Fidan'ın yeniden MİT Müsteşarlığı'na atanmasını kabulü ise tamamen geçicidir, tüm eforunu adaylıktan geri çekilmesi için harcadığı için Davutoğlu ekibine bu tavizi vermek durumunda kalmıştır.Erdoğan en kısa sürede Fidan'ı tasfiye etmek isteyecektir...

Bugün gelinen noktadan sonra Gül ve Davutoğlu artık isteseler de istemeseler de bir ekip olacaklardır ve bu ekibin içerisine Beşir Atalay,Bülent Arınç,Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu,Ali Babacan,Mehmet Ali Şahin gibi isimlerin katılması da ilerleyen süreçte şaşırtıcı olmayacaktır.Gül'ün bu seçimlerde aday olmaması da şaşırtıcı değildir ve planlı bir strateji gereğidir.

Gül, oyları Erdoğan sonrası sürekli düşüş gösteren ve ardındaki halk desteği giderek azalan AKP içerisinde bir "Kurtarıcı umut" olarak ortaya çıkmayı ve herkesin kayıtsızca arkasında yürüyeceği isim olmayı planlamaktadır. Bunun için yeterli medya,finansman,parti içi yönetici kadro ve tabii parti tabanı desteğine fazlası ile sahiptir...

Bu noktada Erdoğan parti içerisindeki kontrolünü ve otoritesini kısa zaman içerisinde tamamen kaybetme ve hatta Abdullah Gül liderliğindeki bir oluşumla siyaseten tasfiye edilebilme ihtimali olduğunu görmüştür. Bu gelinen noktada Erdoğan için siyaseten nüfuzunu ve gücünü koryabilmenin yegane yolu "Başkanlık"tan geçmektedir.....

AKP'nin oy oranı bu seçimlerde büyük oranda düşüş gösterecektir. AKP bir koalisyon hükümeti kurmayan mecbur olabilir yahut çok kritik bir sandalye sayısı ile ana muhalefet partisi haline bile gelebilir (SONAR'ın son anketinde HDP barajı aşamazsa 9,1-9,9,9 bandında kalırsa AKP 274 milletvikili çıkarırken, CHP 148,MHP 128 milletvekili çıkartıyor.Bu aritmetik tabloda AKP tek başına iktidar için gerekli 276 vekili bulamazken, CHP ve MHP koaliyon yaparlarsa tam 276 milletvekiline sahip oluyorlar) 

Yani  bu tabloda HDP'nin barajı aşması AKP ama en çok da Erdoğan için artık "Yaşamsal" önem taşımaktadır....

AKP için adeta bir "Kabus senaryosu" olan bu tablonun gerçekleşmesinin kendi "Başkanlık Projesini" de yerle teksan edeceğini çok iyi bilen Cumhurbaşkanı Erdoğan, kamuoyuna antipatik gelmeyi,tarafsızlığını tamamen yitirmeyi, partiye müdahalelerinin AKP içerisinde yarattığı rahatsızlığın büyük bir çatlamaya doğru evrilmesini ve olası kopuşların yaşanmasını da göze alarak son kozunu oynamak üzere alanlarda boy göstermeye başlamıştır...

Erdoğan'ın son kozu ise "milliyetçilik" ve "sert milliyetçi" söylemler olacaktır...

Erdoğan Balıkesir'de "Kürt sorunu yoktur" diyerek aslında ne "başa sarmış", ne çaresizlikten bu lafı kullanmıştır.Bu tamamen bilinçli biçimde oluşturulan bir seçim stratejisinin hayata geçirilişindeki ilk adımdır.

Erdoğan 7 Haziran'a kadar geçecek sürede bir yandan milliyetçi söylemler ile MHP tabanından oy çalmaya çalışacak, milliyetçi söylemlerinin yanı sıra Kürt seçmeni tahrik edici, Kürt milliyetçiliğini yükseltici beyanatlar ile HDP'nin de oyunu arttırmasını sağlamaya çalışacaktır.

Öte yandan AKP bu stratejinin bir ayağı olarak da Güneydoğu ve Doğu illerinde diğer seçimlerin aksine iddialı ve oy potansiyeli yüksek isimlerin yerine daha iddiasız ve potansiyeli daha az isimleri aday göstererek bu bölgelerdeki milletvekillerini HDP ile bölüşmeye dünden razı olmuştur çünkü HDP'nin Meclis'e girmesi artık AKP için "Yaşam Destek Ünitesi" görevini icra etmektedir.

HDP barajı aşarsa en kötü şartlar ile HDP ile koalisyon yaparak 6 ay 1 sene içerisinde yeni anayasayı yapmayı hedefleyen Erdoğan burada yeni anayasanın başkanlık sistemini getiren bölümüne "Başkanlık seçimi yeni anayasının yürürlüğe girmesinin ardından geçen 60 gün içerisinde gerçekleştirilir" benzeri bir ifadeyi dayatarak başkanlık seçimlerine gitmeyi ve başkanlık koltuğuna oturmayı planlamaktadır.

Tabii bu arada HDP de APO'ya af dahil olmak üzere istediği tüm tavizleri muhtemeldir ki alacaktır.

İşte böylesi kritik bir seçimde daha önce seçmenleri sağ-sol şeklinde kutuplaştıran Erdoğan bu kez de Türk-Kürt milliyetçiliğini kutuplaştıracak buradan hem MHP tabanından AKP'ye oy devşirmeye çalışacak hem de HDP'yi yükseltmeye çalışacaktır.

Türkiye'de Türk milliyetçiliği ve Kürt siyasal hareketinin birbirine paralel olarak etki ve tepki vererek yüseldiği düşünüldüğünde ve özellikle Türk milliyetçilerinin siyasal olarak asli bir adresleri olduğu düşünüldüğünde Erdoğan'ın işi bu kez hiç de kolay gözükmüyor...

Devamını oku

KOD ADI: "DİKENSİZ GÜL BAHÇESİ"

 

Son günlerin gündemde en çok yer alan ve en çok ses getiren tartışmalarından birisi hiç kuşkusuz son dönemlerin en yılmaz AKP savunucularından Abdurrahman Dilipak'ın "AKP' bir İngiltere,ABD ve İsrail projesidir" şeklindeki sözlerinin, bu sözleri sarf ettiği Merkez Parti Genel Başkanı Prof. Abdürrahim Karslı'nın evinde bulunan Ünal Tanık tarafından Rotahaber isimli internet sitesinde yayınlanması  ve bu haberin hemen ardından Zaman  Gazetesi yazarı Ali Bulaç'ın konuyla ilgili eş zamanlı yazısı ve SP Lideri Mustafa Kamalak'ın da konuya ilişkin açıklamalarının peş peşe gelmesi oldu.

Gazeteci Ünal Tanık,Rotahaber'deki yazısında AKP'nin bir ABD,İngiltere ve İsrail projesi olarak kurulmasının ötesinde çok daha çarpıcı bilgilere de yer verdi. Tanık'ın yazdıklarına göre ABD "İslami değerlerin yükselişte olduğu bir konjonktürde, islami tabana sahip bir partiyi iktidara getirmek için" bir proje hazırlamıştı.

Ancak işin ilginç kısmı bundan sonrası. Çünkü Gazeteci Ünal Tanık'ın yazdıklarına ve Abdurrahman Dilipak'ın bulunduğu toplantıda yer almış olan bir diğer gazeteci Ali Bulaç'ın köşesindeki yazısı ile doğruladığı bilgilere göre bu teklif önce rahmetli Necmettin Erbakan'a, daha sonra ise rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'na yapılmış ve bu iki lider teklifi kabul etmeyince teklifi kabul eden Erdoğan-Gül ikilisi önderliğinde AKP kurdurularak iktidara gelmesi sağlanmıştı.

Peki Erbakan ve Yazıcıoğlu teklifi neden kabul etmemişlerdi? 

Çünkü "Proje yapıcılar" 1-İktidara taşıma 2-İktidarda kendilerine sorun çıkaracaklara operasyon yaparak tasfiye etme 3-Gerekli finansman desteğinin sağlanmasını garanti ederken karşılığında da habere ve şahitlerin doğrulamalarına göre 3 şey istemişlerdi...

Bunlar ise 1-İsrail’in güvenliğinin arttırılması ve önündeki engelleri kaldıracaksınız. 2-Büyük Ortadoğu Projesi yani sınırların değişmesi. 3- İslam’ın yeniden yorumlanmasında "proje yapıcı küresel güçlere"yardımcı olunması.

Bu konuda şimdiye kadar yazılanlar kadar belki de daha da çarpıcı bir habere Gerçek Gündem internet sitesinde CHP'ye yakınlığı ile bilinen Barış Yarkadaş imza attı.

Yarkadaş,Deniz Baykal'ın henüz CHP Genel Başkanı olduğu dönemde, "ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Irak'ta Saddam'ı devirmek için Türk askerini kullanmak istediğini,dönemin Başbakanı Ecevit'in buna karşı çıktığını, Ecevit'le bu işin yürümeyeceğini" söyleyerek Cüneyt Zapsu kanalı ile Baykal'ın nabzını yokladığını ancak Baykal'ın sert biçimde teklifi reddettiğini ifade ediyor...

Şimdi bakıyoruz şöyle...

ABD kafasına Büyük Ortadoğu Projesi'ni koymuş, Türkiye'yi yeniden şekillenecek Ortadoğu'da kendi istedikleri şekilde yorumlanmış bir İslami düşünce yapısının uygulayıcısı ve İsrail'in güvenliğinin bekçisi olmak için gönüllü bir iktidar kurguluyor.

Ve "İktidar" karşılığında,"kesin taleplerini" masaya koyuyor...

Görevdeki Ecevit teklifi reddediyor,Erbakan reddediyor, Yazıcıoğlu reddediyor, Baykal reddediyor...

Bugüne gelirsek teklifi reddeden 4 liderden 3'ü hayatta değil,1 tanesi ise "tasfiye edildi"

Ecevit ABD'ye karşı çıkışının bedelini partisine yöneltilen saldırı ile DSP'nin pramparça olması, bir sonraki seçimlerde ise %1 oy alarak fiilen tarihe karışması ile ödedi. Erbakan teklifi reddetti; bunun bedelini kontrolündeki Fazilet Partisi'nin kapatılması ile ödedi (AKP  kadrolarının yeni siyasi oluşum için önü açıldı) Yani Ecevit ve Erbaken yaşarken "siyasi ölü" haline getirildi.Zaten bu 2 lider bir süre sonra vefat ettiler.

AKP'nin "kurdurularak" tek başına iktidarı ile merkez sağın büyük bölümünü çatısı altına alınması sağlanırken Yazıcıoğlu uluslararası güç odakları için artık ne bir tehdit ne de bir alternatifti. 

Ancak ne olduysa 2009 yılında oldu...

"Bir yerlerden düğmeye basılmıştı"...

KOD ADI:"DİKENSİZ GÜL BAHÇESİ"

ABD'nin iktidar talebini reddeden 4 liderin bugün 3'ünün hayatta olmayışını, 1'inin ise tasfiye edilişini iyi irdelemek lazım...

Aslında Yazıcıoğlu'nun "kalemi kırılmamıştı" çünkü yukarıda da belirttiğimiz üzere bir tehlike olarak görülmüyordu. 

Ne zamana dek 2009 yılına dek... Şimdi bu yazıyı okuyan pek çok kişinin aklına "2009 Yerel Seçimleri" gelse de olayın boyutu zannımca çok daha büyüktü.

Yazıcıoğlu'nun 2009 yerel seçimlerinde düşen bir helikopterde ardındaki "derin soru işaretleri" ile birlikte trajik ve "şüpheli" ölümü aslında uluslararası güçlerin çok büyük bir bölgesel operasyon öncesindeki Türkiye'de gerçekleştirmek için düğmesine bastıkları bir "Temizlik Operasyonu'nun" ilk adımıydı...

Ve sıra Mayıs 2010'da CHP Lideri Baykal'ın "Kaset Operasyonu" ile itifa ettirilmesine gelmişti...

Öte yandan TSK içerisindeki  milli unsurlar, en etkili yerlerde görevdeyken Ergenekon operasyonları ile cezaevine konulmuş, Türk Ordusu "Tam uyumlu" hale getirilmişti.

Yapılan tüm bu "operasyonların" tek sebebi vardı:  Sahneye konulması için son hazırlıkların yapıldığı "ARAP BAHARI" tiyatrosu öncesinde küresel güçler 2001 Mart Tezkeresi'nde olduğu gibi tatsız bir sürpriz istemiyorlardı.

Büyük Ortadoğu Projesi revize edilmiş, Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi haline gelmişti. Rejimler değişecek,liderler devrilecekti.Bu esnada Türkiye'nin yeni bir "Milli Duruş" sergileyerek projeyi sekteye uğratmasına tahammül yoktu.

Yazıcıoğlu (Yazıcıoğlu partisinin  oyu çok düşük olsa da kendi "özgül ağırlığı" çok yüksek olan ve derin devletin "milli kanadı" ile çok girift ilişkilere sahip bir siyasi figürdü,sıkıntı yaratabilirdi) ve Baykal'ın(Baykal yönetimindeki bir CHP'nin Türkiye'nin ateş çemberi içerisine girmesi önünde nasıl set olacağı gerek yapılan ilk teklifi reddi gerekse 2001 Mart Tezkeresi'ni Meclis'ten geçirmemesi ile zaten belliydi) tasfiyesi bu nedenle "zorunluydu"....

Yazıcıoğlu kesin olmasa da kuvvetle muhtemel helikopteri düşürelerek öldürüldü. Ancak CHP Lideri'ni öldürmek kitlesel olarak ciddi bir kaosa yol açacağından Baykal'a bilinen "Kaset operasyonu" düzenlenerek siyasal olarak tasfiyesi sağlandı.

Türkiye artık "Arap Baharı" projesi öncesi küresel güçlere karşı milli direnç noktaları zayıflatılmış yahut tamamen yokedilmiş bir "Dikensiz Gül Bahçesiydi".

Mayıs 2010'da Baykal istifa ettirildikten sadece 7 ay sonra Tunus'taki gösterilerle birlikte "Arap Baharı" tiyatrosu perdelerini açtı.

ABD kullanım süresi kendisi için dolan rejimleri ve liderleri tek tek tasfiye etti,Tunus,Mısır,Libya,Yemen ve Bahreyn'de rejim ve liderler değişirken,ülkelerde fiili bölünmeler yaratıldı.

Suriye yangın yerine döndü,binlerce insan iç savaşta hayatını kaybetti,milyonlarca insan iç savaştan kaçarak Türkiye'ye sığındı. Ülke fiilen bölündü...

Peki Türkiye ne yaptı?

ABD uçaklarına İncirlik'ten binlerce sorti yapma izni verdi, Libya'ya savaş gemisi gönderdi, Kaddafi karşıtlarına elden milyon dolarlar verdi, Suriye'deki muhalifleri silahlandırdı ve askeri eğitim verdi...

Yani "Dikensiz Gül Bahçesi" nden isteyen istediği kadar çiçek topladı...

Bugün gelinen noktada AKP kurulmadan önce teklif sunulan 4 liderin( Ki bu liderlerin hepsinin milli yanlarının kuvvetli oluşu ortak özellikleridir) 3'ünün ölü, birinin ise siyaseten "etkisiz" eleman olması kadar, gerçekleşen "şüpheli ölümlerin" ve "kaset operasyonlarının" bu bağlamda  büyük ölçek üzerinden yeniden değerlendirilmesinin de çok önemli olduğu bir gerçek.

Türkiye'ye geçmişte yapılan bu ve benzeri "derin operasyonlardan" ders çıkarılmazsa önümüzdeki süreçte küresel güçlerin çok daha çetin ve acımasız olacağı şüphe götürmez bir gerçeklik olan hesaplaşmalarında maalesef en büyük zararı yine Türkiye'nin görmesi de kaçınılmaz olacaktır.

Devamını oku

MÜTTEFİKLİKTEN DÜŞMANLIĞA

 

Bugün Türkiye'de yaşanan süreçte arka arkaya, her yönden darbeler ile Cemaat'i tamamiyle tasfiye etmeye and içmiş AKP iktidarının bu amaç doğrultusunda anti-demokratik,hukuksuz, despotik uygulamaları fütursuzca sergilemesi ile feryat figan "Demokrasi, hukuk,adalet" diye bağıran Cemaat kadrolarının bu haykırışları aslında beklemedikleri bir sona, hafife almakla "ölümcül bir hata" yaptıkları, süreç içerisinde kontrol edeceklerini planladıkları müttefiklerinin eli ile adım adım götürülmelerinden kaynaklanmakta...

Yıl 2002...

AKP, kimsenin hatta kendisinin bile beklemediği bir oy oranı ile seçimlerden tek başına iktidar olarak çıkmış...

Ancak AKP sadece "iktidar","muktedir" değil o dönemde. Çünkü devlet yönetmek sadece Meclis'te 300 küsur milletvekili sandalyesine sahip olmakla başarılmıyor. AKP'nin  yetişmiş kadro sıkıntısı var.

İşte Cemaat ile AKP flörtü, AKP'nin yaşadığı bu "yetişmiş kadro" sıkıntısı nedeni ile başladı...

Bu süreçte AKP'nin eli özellikle askeriyeye karşı oldukça zayıftı.Bu nedenle liberal çevreler ile işbirliği yapıldı,AB reformlarında hızlı davranıldı. AKP bir nevi "İmaj çalışması" yapmıştı...

Ancak zaman geçtikçe AKP kendisine bir "ana müttefik" seçmesi gerektiği gerçeği ile yüz yüze kaldı.

Bu öyle bir müttefik olmalıydı ki, hem kendi muhafazakar tabanına hitap edebilmeli, hem yetişmiş kadroları olmalı,hem sermaye ayağı bulunmalı,hem de AKP için çok önemli olan medyada AKP'nin taşeronluğunu üstlenmeliydi.Ama en önemlisi "Uluslararası güç odakları" ile iyi ilişkileri olan bir müttefik gerekiyordu AKP'ye, çünkü ABD ve AB'nin kafasında hala soru işaretleri vardı. 

İşte hal böyle olunca AKP-Cemaat ilişkisi flört aşamasından çıkarak 2. evresi olan "stratejik müttefiklik" aşamasına girdi.

Bu evrede Cemaat'in okullarından yetişmiş kalifiye kadrolar, AKP yönetimince çoğu "vekaletle" yönetilen kritik kurumlarda önemli görevlere getirildiler ve bu kurumlarda yükselmelerinin de önü açıldı.

Cemaat'in kalifiye kadroları devleti yönetmek için kadrosu olmayan AKP'ye adeta "hızır gibi" yetişmişti ve Cemaat eli ile yerleştirilen kadrolar sayesinde artık AKP bürokraside sorun yaşamıyordu.

Bu arada yaşanan 27 Nisan e-muhtırasını özellikle liberal aydınların desteği ve oluşturulan kamuoyu ile bertaraf eden AKP iktidarı askeriye cephesi karşısında psikolojik üstünlüğü ele geçiriyor ve askeriyenin tamamen pasifize edileceği sürecin önü açılıyordu.

Süreç ilerliyor ve bürokrasi kanadının yönetimindeki sorunu "stratejik ortağı" Cemaat sayesinde çözerek,devlet aygıtını yönlendirme noktasında önemli bir yol kat eden AKP, liberallerin desteği ile de askeriye karşısında yıllar sonra ilk kez bir siyasal iktidarın sağlayabildiği bir üstünlüğe sahip olduğunda ilk olarak 2007 yılında kazandığı 2. seçimden hemen sonra "koltuk değneği" olarak gördüğü ve artık kendisi için çok da kullanışlı olmayan liberal kanat ile köprüleri atıyor, kısa süren bir süreç içerisinde iktidarının ilk yıllarında pragmatist bir strateji ile birlikte yürüdüğü liberaller ile yolunu ayırıyordu.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken Cemaat özellikle  emniyet -özellikle emniyet istihbarat-ve yargı içerisinde ciddi bir kadrolaşmaya gidiyor, medya alanında giderek büyüyor, TÜSİAD ve MÜSİAD'ın karşısına kendi sermaye sınıfı temsilcilerinin oluşumu TUSKON'u konumlandırıyordu.

Cemaat birbiri ardına açtığı yurt,dershane ve özel okullar ile de AKP iktidarının "gizli ajandasında" dizayn etmek istediği toplumsal yapıya dönüşüm için eleman yetiştirmeye devam ediyordu.

İlerleyen süreçte AKP-Cemaat yapımı "Ergenekon" ve "Balyoz" operasyonları ile askeriyeye son darbe vuruluyor,Genelkurmay Başkanı Org.Işık Koşaner'in 3 kuvvet komutanı ile birlikte istifa etmesiyle asker tamamen pasifize ediliyordu.

Özellikle askeriyenin tamamen pasifize edilmesinde en önemli araç olarak kullanılan Ergenekon ve Balyoz operasyonları Cemaat'in yargı ve emniyet içerisindeki kadroları kullanılarak yapılmış, Cemaat burada kilit rol oynamış ve AKP tarafından belki de en çok destek gördüğü dönemi yaşamıştı.

CEMAAT'İN HAYATİ HATASI

İşte askerleri de pasifize ettikten sonra eli daha da güçlenen AKP 2011'de girilen 3.Genel Seçimde de oylarını arttırarak birinci parti olarak çıkıp, yeniden tek başına tek başına iktidar olduğunda AKP'nin "rant" imkanları da artık sınırsızlaşıyordu.

Öte yandan ilginç biçimde siyasal olarak açık görüş beliritmemesi ile bilinen Cemaat bu süreçte özellikle İsrail ile ilişkiler ve Açılım Süreci ile ilgili AKP ayrı düşündüklerini açıkça ve yüksek sesle beyan ediyor, hatta kimi zaman bu tip siyasal konulardaki mesajlar bizatihi Fetullah Gülen tarafından verilir hale geliyordu.

Çünkü Cemaat AKP'yi ve Erdoğan'ı hafife almış devlet bürokrasisinde gerçekleştirdiği kadrolaşmaya, emniyet istihbaratta kendisi için dinleme yapan polislere, "imamlardan" talimat alan savcılara güvenerek artık AKP ile "Devleti yönetme ortaklığı" pazarlığına girişmişti.Yani Cemaat  artık AKP ile müttefik olma ile yetinmiyor AKP ile birlikte ülkeyi yönetmeyi istiyordu.

Zaten 3. aşama olarak nitelendirebileceğimiz ve "Müttefiklikten Düşmanlığa Geçiş" süreci de işte bu nedenle başlamıştı.

Oysa ki AKP/Cemaat arasnda köprüler atılana kadar geçen süreçte AKP kendi medyasını, kendi sermayesini ve sermaye sınıfını,kendi medyasını,kendi kalifiye kadrolarını ve en önemlisi kendi "uluslararası ilişkiler ağını" kurmuştu.

Öte yandan AKP içerisinde yola Abdüllatif Şener,Abdullah Gül, Bülent Arınç ile birlikte çıkan başlangıçta "eşitlerin sözcüsü" konumundaki Recep Tayyip Erdoğan zamanla bu 3 ismi de pasifize etmiş ve parti içerisinde de tam bir hakimiyet sağlamıştı ki bu da Cemaat'in "AKP içerisine nüfuz ederek partiyi içeriden bölme/yıkma girişimlerini sonuçsuz bırakacaktı.

Ve AKP yönetim kadrosu en uygun zamanı bekleyerek ve en can alıcı nokta olan dershaneler konusundan Cemaate cephe açarak savaşı başlattı.

Cemaat önce uzlaşmanın mümkün olabileceğine inansa da kısa süre içerisinde bunun kesin bir tasfiye hareketi olduğunu anlayarak elindeki en önemli koz olan yedekte tuttuğu kasetleri piyasaya sürdü. Ancak Erdoğan partisinin başında girdiği son seçim olan 2014 yerel seçimlerinde kasetler karşısında öylesine ustaca bir taktikle Cemaat'i bir ihanet şebekesi olarak gösterince bu plan da tutmadı.

Sonrasında AKP karşı saldırıya geçerek "Paralal Devlet" kavramını üreterek Cemaat'in yıllardır yaptığı ve kendisinin göz yumduğu tüm eylemleri,kadrolaşmaları paralel bir devlet yapılanması olarak kamuoyuna sunarak müthiş bir algı operasyonu fırtınası başlattı.

Bugün gelinen noktada dershanelerin kapatılması ile yeni kadro kaynakları, Bank Asya v e TUSKON'a karşı yapılan operasyonlarla finans ve sermaye ağını,Zaman,Samanyolu ve maden işletmelerine ruhsat verilmeyerek dolaylı yoldan çökertilmek istenen Akın İpek'in gazeteleri Bugün,Millet ve televizyon kanalları Kanaltürk ile Bugün TV'ye yapılan operasyonlar ile medya ayağını, HSYK seçimleri ile Yargı kadrolarını, emniyetteki atamalar ve Polis Akademsi'nin kapatılması ile Emniyet Teşkilatı'ndaki kadrolaşmasını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olan Cemaat adım adım "Cemaatten devlete dönüşme" hırsının bedeli olarak kendisini küçümsediği,hafife aldığı hatta zamanla ele geirerek kontrol altına alma planı yaptığı müttefiki tarafından derin bir uçuruma doğru sürükleniyor.

Cemaatin bugün yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca birden "Demokrasi,adalet,hukuk" gibi kavramları hatırlaması işte bu yüzdendir.

Yaşanan tamamen devleti kimin yöneteceği üzerine kurulu bir güç savaşıdır.Ve siyasette her şey paylaşılır ancak iktidar asla paylaşılamaz.

Cemaat böylesi trajik bir hal içerisindeyken AKP ne mi yapıyor?

İktidarının ilk yıllarında mecburiyetten tamamen pragmatst politikalar ile birlikte saf tuttuğu tüm kesimleri yok edecek güce ve alt yapıya kendisini kavuşturan, bu yol arkadaşlarını tek tek tasfiye etmesinde en büyük yardımcısı olan Cemaat'in AKP'yi güçlendirip O'na  zaman kazandırırken aslında kendi sonunu hazırladığını farketmediğini görüp bıyık altından keyfle gülüp son müttefikini de tamamen tasfiye ederek devlet aygıtı içerisinde tamamen tartışılmaz ve karşı konulamaz tek güç olacağı gün için geriye doğru sayıyor...

Ve işin kötü tarafı o saati durdurabilecek bir şey ufukta gözükmüyor...

Devamını oku

İlk Blog

Yeni blog'umuz bugün oluşturuldu. Buraya odaklanın ve sizi bilgilendirmek için çalışalım. RSS feed sayesinde, bu blogda yeni mesajları okuyabilirsiniz.

Devamını oku